Uzmanlardan, küresel ısınma için acil eylem planı çağrısı

MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ ÖĞR. GÖR. DR. FEYYAZ KESKİN, KUTUPLARDAKİ DONMUŞ TOPRAKLARIN POTANSİYEL BİR SALGIN KAYNAĞI OLDUĞUNA DİKKAT ÇEKTİ.

Uzmanlardan, küresel ısınma için acil eylem planı çağrısı

Küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişiklikleri, yıkıcı etkisiyle dünya üzerinde birçok felakete neden olurken, buzullardaki erimenin artmasının ise yeni tehlikelere kapı araladığı belirtiliyor. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Öğr. Gör. Dr. Feyyaz Keskin, kutuplardaki donmuş toprakların potansiyel bir salgın kaynağı olduğuna dikkat çekerken, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çevre Araştırma Ve Uygulama Merkezi Müdürü Doç. Dr Ahmet Demirak ise iklim değişikliğiyle mücadele için acil eylem planlarına ihtiyaç olduğunun altını çizdi.

Dünya uzun süredir iklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle mücadele etmeye çalışıyor. Dünya liderleri ve önde gelen kuruluşlar felaketleri önlemenin yollarını arıyor. Farklı coğrafyalarda artan sıcaklıkların körüklediği yangınlar, hortumlar, seller, kasırgalar gibi doğa olaylarının artık eskiye nazaran çok daha şiddetli ve sık yaşanması endişeleri artırıyor. Buzullardaki erimenin artması ise yeni tehlikelere kapı aralıyor.

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün paylaştığı bilgilere göre, Kuzey Kutbu’nda ölçülen sıcaklık değerleri günden güne artıyor. Temmuz 2020’ye ait veriler, Kuzey Kutbu’nun son dönemde dünya ortalamasından iki kat fazla ısındığını ve Sibirya’da sıcaklığın 30 santigrat derece ile Florida’nın bile üzerine çıktığını gösteriyor. Kuzey Kutbu’nda yaşananların yüz milyonlarca insanın yaşadığı dünya üzerinde farklı bölgelerindeki hava durumunu da etkilediğine dikkat çekiliyor.

Yüksek sera gazı emisyonları canlı türlerini tehdit ediyor

Nature Climate dergisinde yayınlanan, Arktik ekosisteminde geri döndürülemez tehlikeleri gösteren yeni iklim araştırmasına göre, kutup bölgesindeki buzlar güncel hızında azalmaya devam ederse iklim değişikliği nedeniyle doğal yaşam alanları tehlike altında olan kutup ayılarının nesillerinin bu yüzyılın sonunda tükenmiş olabileceği öngörülüyor. Araştırmada, 1979-2016 yılları arasında gözlemlenen demografik eğilimlere göre yapılan modelleme, bazı alt popülasyonlarda hayatta kalma etki eşiklerinin zaten aşılmış olabileceğini gösteriyor. Yüksek sera gazı emisyonları nedeniyle üremenin ve hayatta kalmanın hızla düştüğü, 2100 yılına kadar birkaç tür hariç Kuzey Kutbu’ndaki alt popülasyonların hepsinin yaşamının tehlikeye girdiği ifade ediliyor.

Donmuş topraklarda erime hızlanıyor

OECD’nin 2012 yılında yayımladığı Çevre Tahmin Raporu, iklim değişikliği ile ilgili günümüzde yaşananların fotoğrafını 8 yıl öncesinden göstermesi açısından dikkat çekiyor. Rapora göre, 2020 yılından sonra karbon emisyonunu azaltmaya yönelik önlemler hayata geçmezse dünyayı çok daha kötü günler bekliyor. Özellikle buzullardaki ve “permafrost” adı verilen donmuş topraklardaki erimenin artacağına ve bunun bir sonucu olarak 2050 yılında hava durumundaki aşırılıkların çok daha kötü bir hale geleceğine vurgu yapılıyor.

“Donmuş toprakların altında kalan virüsler oldukça tehlikeli”

İklim bilimcilere göre, kutup buzullarındaki ve permafrost tabakasındaki erimenin yol açtığı tehlikeler bununla da kalmıyor. Erimenin dünya için tehdit oluşturan bir başka sonucu da tıpkı korona virüs gibi dünyayı etkisi altına alabilecek virüsleri gün yüzüne çıkarma ihtimali. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nde görev yapan Öğretim Görevlisi Dr. Feyyaz Keskin’e göre de donmuş toprakların altında kalan virüsler oldukça tehlikeli. Keskin, Harvard Üniversitesinden bilim insanlarının 2019 yılında yayınladıkları çalışmayla bu tehlikenin büyüklüğüne dikkat çektiklerini hatırlatarak, “Alaska’nın kuzey yamaçlarında 312 kilometrekare alanda yapılan ölçümlerde permafrost bölgelerinde azot protoksit, yani karbondioksitten 300 kat daha etkili bir sera gazı tespit edilmişti. Çökelti içinde sıkışıp kalan, buz tabakaları ile kaplanmış çürümüş bitki ve ölü hayvanların kalıntılarından kaynaklanan bu gazların varlığı, mikroorganizma faaliyetlerinin de varlığına işaret ediyor. Çin’de Tibet Platosu’nun kuzeybatısında Guliya buzulundan alınan 164 metrelik karot örneklerinde yapılan çalışmalarda 33 farklı virüs popülasyonu tespit edildi. Bunların 28’i literatür için ‘yeni’ olarak kaydedildi. Bu durum, tıpkı mezarlıklardan çiçek hastalığının yayılması gibi permafrostta gömülü bazı patojenlerin küresel ısınma ile gün yüzüne çıkabileceği endişesine neden oluyor” dedi.

“Potansiyel salgın kaynağı”

Buzulların ve donmuş toprakların ne tür mikroorganizmaları sakladığının bilinmediğini, ancak bunların potansiyel bir salgın kaynağı olabileceğini belirten Keskin, literatüre geçen diğer vakaları ise şu sözlerle anlattı:

“Ağustos 2016’da Sibirya’daki Yamal Yarımadası’nda 12 yaşında bir çocuk ölmüş, en az 20 kişi de şarbon nedeniyle hastanelik olmuştu. Bu durum, 75 yıl önce şarbondan ölen bir geyik cesedinin çözülen buzlar nedeniyle yüzeye çıkmasına bağlandı. Şarbon bakterisi toprağa ve suya karışmış, aynı zamanda bölgedeki iki bin geyiğe de hastalık bulaşmıştı. Bir başka çalışmada ise Alaska’nın tundralarında 1918 İspanyol gribi kalıntıları bulundu. Ayrıca Alaska permafrostlarında büyük miktarda civa gibi kirleticiler bulunduğuna dair kanıtlar elde edildi. Sonuç olarak bu tabakaların erimesiyle oluşan sular kendi başlarına hastalık yayabileceği gibi akarsu, nehir, yeraltı sularına karışarak barındırdığı patojenleri ve kirleticileri bulunduğu bölgeden çok daha uzaklara taşıyabilirler.”

Donmuş toprak olarak adlandırılan permafrost tabakasının Kuzey ve Güney Kutbu ile Alaska yarımadası, Kanada, Rusya ve bazı Kuzey Avrupa bölgelerini kapsayan geniş bir kuşakta bulunduğunun kaydeden Keskin, bu bölgelerde yaşam ve altyapının mevcut iklim koşullarında donarak şekillenmiş bu topraklar üzerinde kurulmuş olduğunun altını çizdi.

“Karbon kirliliği hızlanmaya devam ederse sera etkisi şiddetlenecek”

Donmuş toprak tabakasında dünya atmosferinden kabaca iki kat daha fazla karbon bulunduğunu, tabakanın erimesiyle de sera gazı etkisi olan bu gazların atmosfere yayıldığını belirten Dr. Keskin, donmuş toprak tabakalarının erimesiyle atmosfere yayılan gazların, büyük bir ‘sera etkisi’ meydana getireceğini ve ortalama sıcaklıklarda artışa yol açacağını söyledi. Keskin, “Eylül 2019’da yapılan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli raporuna göre, karbon kirliliği hızlanmaya devam ederse sera etkisinin şiddetleneceği, permafrostun büyük bir kısmının 2100’e kadar eriyebileceği ve büyük ölçekli bir sera gazı salınımının meydana geleceği açık. Bu, hem küresel ısınmanın bir sonucu hem de küresel ısınmayı hızlandıracak bir etki olacaktır. Bu nedenle de ısınma, kısır döngü halinde devam edecektir” diye konuştu.

“İklim değişikliği ile mücadelede acil eylem planlarına ihtiyacımız var”

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) ve OECD gibi önemli kuruluşlar, bu süreçten kaçınmanın yollarını ararken, Covid-19 krizi sonrası dünya ekonomisini yeniden inşa etmek, istihdam oluşturmak ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için hazırladıkları planlarda da “fosil yakıtların neden olduğu karbon salınımını en aza indirmek ve temiz enerjiye geçişi hızlandırmak” gerektiği ortak görüşünde birleşiyor.

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çevre Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Doç. Dr. Ahmet Demirak da enerji sektörünün şu anda tüm küresel emisyonların dörtte birini oluşturduğuna dikkat çekerek, dünyanın sürdürülebilir geleceği için hazırlanan planlarda temiz enerji geçişinin iklim değişikliği ile mücadeledeki önemini şöyle anlattı:

“Paris Anlaşması hedeflerine ulaşılması ve dünyanın karbondan arındırılması için temiz enerji geçişinin bugüne göre küresel düzeyde dört kat daha hızlı olması gerekiyor. ‘Yeşil Dörtlü’ olarak anılan nükleer, güneş, rüzgar ve hidroelektrikten oluşan kaynaklar, ‘temiz enerji karması’ olarak tanımlanıyor. Rüzgar ve nükleer özellikle en düşük karbon salınımına sahip enerji çeşidi. Kesintisiz ve güvenilir enerji sağlaması açısından nükleer enerjinin rolü önemli. Küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat derecenin altında tutmak için emisyonlarda gereken önemli düşüşler göz önüne alındığında, bu kadar çok yönlü bir enerji kaynağını kimse göz ardı edemez. Avrupa’da ölçülen değerler de nükleer enerjinin iklim değişikliğinin etkilerini azaltma konusundaki katkılarını ortaya koyuyor. Verilere göre, Fransa ve İsveç, sahip oldukları nükleer santrallerle, farklı enerji türlerini tercih eden Almanya’ya göre ekonomilerini ve endüstrilerini karbondan arındırma konusunda dünyaya çok daha büyük bir katkı sağlamış durumda. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Bölgesi ise dünyadaki başlıca iklim değişikliği noktalarından biri. Güney ve Doğu Akdeniz ülkelerinin kişi başına enerji talebinin 2040 yılına kadar yaklaşık yüzde 60 artacağı öngörülüyor. İklim değişikliği ile mücadelede acil eylem planlarına ihtiyacımız var. Bu planlar dahilinde direkt hükümete bağlı bir İklim Enstitüsü’nün kurulması da doğru stratejilerin üretilmesi açısından Türkiye’ye büyük bir katkı sağlayacaktır. Ülke olarak son yıllarda yenilenilir enerji yatırımlarımızı artırmamıza rağmen artan enerji ihtiyacımız için halen fosil yakıtlara bağımlıyız. Mersin’de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Santrali ile nükleer enerjiden düşük karbonlu elektrik üretimi için ilk adımı atan ülkeler arasında yer almamız önemli. Temiz enerji geçişini yeşil dörtlü üzerinden ilerleyerek hızlandırmalıyız.”

Admin

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER