Dünyada karbon emisyonlarını dengelemeye yetecek kadar ağaç yok, asla olmayacak

Var olan ormanları korumak yerine yeni fidanlar dikilmesine öncelik vermek, bir musluğu sonuna kadar açabilmek için dolu küveti boşaltmaya benzer.

Dünyada karbon emisyonlarını dengelemeye yetecek kadar ağaç yok, asla olmayacak

2009’da bir sabah, egzoz dumanından başım dönmüş halde valizlerime sıkıca tutunmuşken Kosta Rika‘nın orta kesiminde dağlık bir bölgeye giden eski bir otobüste oturuyordum. Valizlerimin içinde binlerce test tüpü ve numune şişeleri, bir diş fırçası, su geçirmez bir defter ve yedek kıyafetler vardı.

Bölgedeki yağmur ormanlarının giderek yaygınlaşan kuraklıklara nasıl tepki verdiğini incelemek üzere birkaç ay kalacağım La Selva Araştırma Merkezi’ne gidiyordum. Geçtiğimiz dar yolun her iki tarafındaki ağaçların sulu boyayla çizilmiş gibi gibi sisin içinde kaybolduğu manzara, bulutlarla kaplı sonsuz bir ilkel orman izlenimi veriyordu.

Otobüsün camından bu heybetli manzaraya bakarken, bu kadar karmaşık bir tabiatı nasıl anlamayı planladığımı merak ettim. Öte yandan, dünyanın dört bir yanında binlerce araştırmacının da aynı sorularla boğuştuğunu ve hızla değişen bir dünyada tropikal ormanların kaderini anlamaya çalıştıklarını biliyordum.

Bonnie Waring, La Selva Araştırma Merkezi’nde çalışmalarını yürütürken. 2011. Yazarın arşivinden

İnsanlar olarak bu hassas ekosistemlerden çok şey bekliyoruz: Tropikal ormanlar milyonlarca insanın tatlı su kaynaklarına erişimini kontrol ederken aynı zamanda gezegenin karasal biyoçeşitliliğinin üçte ikisine de ev sahipliği yapıyor. Ve son yıllarda, insanlar olarak bu ormanlardan – bizi insan kaynaklı iklim krizinden kurtarmaları için – kapsamı giderek artan yeni beklentilerimiz oluştu.

Bitkiler atmosferden karbondioksit emerek bu enerjiyi yapraklara, oduna ve köklere dönüştürür. Bu mucizevi dönüşüm, son zamanlarda özellikle hızlı büyüyen tropik ağaçlar olmak üzere bitkilerin, fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan karbondioksitin çoğunu emerek iklim değişikliğine karşı doğal bir set görevi görebileceği umutlarını da artırdı. Dünya genelinde hükümetler, şirketler ve koruma kuruluşları ağaçları koruma veya fidan dikme sözü verdiler.

Fakat gerçek şu ki, dünyada insan kaynaklı karbon emisyonlarını dengeleyecek kadar ağaç yok – ve asla olmayacak. Yakın zamanda, ormanların mevcut karbon emisyonlarının ne kadarını emebileceğini değerlendirmek üzere bir literatür taraması yaptım. Dünya üzerindeki tüm arazileri kaplayacak kadar ekim yaptığımızda, toprak mevcut rakamlarla yaklaşık on yıllık sera gazı emisyonlarını dengeleyecek kadar karbon tutabilirdi. Bu noktadan sonra toprağın daha fazla karbon yakalaması mümkün olmazdı.

Yine de insanlar olarak türümüzün kaderi, ormanların ve ormanlardaki biyolojik çeşitliliğin hayatta kalması ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Atmosferdeki karbonu yakalamak için milyonlarca ağaç dikmeye girişirken, bu bitki örtülerine istemeden zarar veriyor olabilir miyiz? Bu soruyu cevaplamak için bitkilerin karbondioksiti nasıl emdiğinin yanı sıra, ekosistemlerin hayatta kalmasını nasıl sağladıklarını da ele almamız gerekiyor.

Bitkiler iklim değişikliğiyle nasıl mücadele ediyor?

Bitkiler karbondioksit gazını şeker moleküllerine dönüştürerek fotosentez olarak bilinen işlemi gerçekleştirir. Bu şeker molekülleri daha sonra bitkilerin gövdesini oluşturmak için kullanılır. Eğer yakalanan karbon gövde veya dallarda kalırsa onlarca yıl tutulabilir. Bitkiler öldükten sonra da dokuları çürür ve toprağa karışır.

Mikroskop altında yaprak: Oksijen ve karbondioksiti düzenleyen stoma. Shutterstock/Barbol

Bu süreçte bir miktar karbondioksit ölü organizmaları ayrıştıran canlıların solunumuyla atmosfere salınırken, tutulan karbonun bir kısmı da on yıllar hatta yüzyıllar boyunca yeraltında kalabilir. Karadaki bitkiler ve topraklar birlikte yaklaşık 2.500 gigaton karbon tutar – bu rakam atmosferde tutulandan yaklaşık üç kat daha fazladır.

Bitkiler (özellikle ağaçlar) karbon için mükemmel birer “doğal depo” oldukları için, dünyadaki bitki bolluğunun artmasının atmosferdeki karbondioksit birikimini de azaltabileceğini düşünmek mantıklı geliyor.

Bitkiler büyümek için dört temel bileşene ihtiyaç duyar: Işık, karbondioksit, su ve besleyiciler (bitki gübrelerinde bulunan nitrojen, fosfor ve potasyum gibi). Dünya çapında binlerce bilim insanı, bitki örtülerinin iklim değişikliğine nasıl tepki vereceğini tahmin etmek için bitkilerin büyümesinin bu dört bileşenle ilgili olarak nasıl değiştiğini araştırıyor.

İnsanların sürekli olarak dünyayı ısıttığını, yağış düzenlerini değiştirdiğini, geniş orman alanlarını küçük parçalara ayırıp yabancı türleri ait olmadıkları yerlere ekerek aynı çevreyi pek çok yönden değiştirdiklerini göz önüne alırsak, böyle bir araştırmayı yürütmek şaşırtıcı derecede zor bir görev. Ayrıca karada yaşayan 350.000’den fazla çiçekli bitki türü var ve her biri çevresel zorluklara kendilerine özgü yöntemlerle tepki veriyor.

İnsanların karmaşık şekillerde gezegenin yapısını değiştirmesinden dolayı, bitkilerin atmosferden emebileceği karbon miktarı bilim dünyasında birçok kez tartışma konusu oldu. Ancak araştırmacılar, karadaki ekosistemlerinin karbon tutma konusunda sınırlı bir kapasiteye sahip olduğu konusunda hemfikir.

Birleşik Krallık’ta ortalama bir ılıman ormanda karbonun depolanma süreci. Birleşik Krallık Orman Araştırmaları, CC BY

Ağaçların tüketmesi için yeterli suya sahip olmalarını sağladığımızda, ormanlar daha uzun ve gür büyür ve daha küçük ağaçları güneş ışığından mahrum bırakan gölgelikler yaratırlar. Havadaki karbondioksit oranını arttırırsak, bitkiler topraktan yeterince gübreyle beslendikleri sürece bu gazı memnuniyetle emerler. Tıpkı kek pişiren bir fırıncı gibi, bitkiler de yaşamlarını sürdürmek için belirli bir tarife uyarak belirli oranlarda karbondioksit, azot ve fosfora ihtiyaç duyarlar.

Bu temel kısıtlamaları dikkate alarak, bilim insanları karadaki ekosistemlerin atmosferden 40-100 gigaton karbonu emmeye yetecek kadar ek bitki örtüsüne ev sahipliği yapabileceğini tahmin ediyor. Birkaç on yıl alacak bu süreçle ek büyüme elde edildikten sonra ise, karada daha fazla karbon depolamak mümkün olmayacaktır.

Ancak insanlar olarak şu anda atmosfere yılda on gigaton karbon salıyoruz. Doğal bitki örtüsü, küresel ekonominin sebep olduğu sera gazı seline ayak uydurmakta zorlanıyor. Örneğin, hesaplamalarıma göre Melbourne‘den New York’a gidiş-dönüş uçak yolculuğu yapan tek bir yolcu, yarım metre çapındaki (750 kg C) bir meşe ağacının tutabileceğinden yaklaşık iki kat daha fazla karbon (1600 kg C) salınımına sebep oluyor.

Riskler ve olası çözümler

Bitki örtülerinin fiziksel gelişimini büyük ölçüde kısıtlayan tüm bu eylemlere rağmen, iklim krizinin etkilerini hafifletmek ve bitki örtüsünün yayılma alanını artırmaya yönelik “doğa temelli” birçok büyük ölçekli girişimler bulunuyor. Bu çabaların büyük kısmı ormanları korumayı ya da genişletmeyi amaçlıyor, çünkü ağaçların biyokütlesi çalılara veya çayırlara oranla çok daha büyük ve haliyle çok daha fazla karbon depolama potansiyelleri var.

Yine de, karalardaki ekosistemlerin karbon depolama kapasitesiyle ilgili yanlış bilinenler biyoçeşitlilik kaybına ve karbondioksit oranlarında artışa sebep olarak yıkıcı sonuçlar doğurabilir. İlk bakışta bu bir paradoks gibi görünüyor – ağaç dikmenin çevreye nasıl bir zararı olabilir?

Bu sorunun cevabı, doğal ekosistemlerde karbon depolama sürecinin karmaşık yapısında yatıyor. Bu bağlamda çevreye verilen zararı önlemek adına, ağaçları doğal alanları dışındaki bölgelere dikmekten kaçınmalı, yeni fidanlar dikmek için var olan ormanları kesmenin iyi bir fikir olduğu düşüncesini bir kenara bırakmalı ve bugün dikilen fidelerin gelecek on yıl içinde nasıl gelişim göstereceğini de hesaba katmalıyız.

Ormanlık alanları genişletmeye girişmeden önce ağaçların öngörülen doğal ortama uyumlu olduğundan emin olmalıyız, çünkü her ekosistem üzerinde yaşayacak olan ağaçların gelişimini desteklemeyebilir. Normal şartlarda farklı bitki türlerinin hâkim olduğu ekosistemlere ağaç dikmek, uzun vadede genellikle karbon depolama adına fayda sağlamaz.

Bu duruma bir örnek olarak İskoçya’nın turbalık alanlarına bakabiliriz – asidik torf toprağından oluşan bu ekosistemde (çoğunlukla yosun ve çimen olmak üzere) bitkiler her mevsim çamurlu ve nemli bir ortamda büyür. Bu tür asitli ve suyla kaplı topraklarda organik ayrışma çok yavaş olduğundan, ölü bitkiler çok uzun süreler boyunca birikerek turba (torf) oluşturur. Biriken sadece bitki örtüsü de değildir: Turbalıklar aynı zamanda milyonlarca yıl önce o bölgede ölmüş insanların bedenlerini de “bataklık cesetleri” olarak mumyalar. Karbon depolama açısından baktığımızda ise, Britanya’nın turbalıklarının aynı coğrafyadaki ağaçlara göre 20 kat daha fazla karbon depoladığını görürüz.

Bu potansiyellerine rağmen, 20. yüzyılın sonlarında İskoçya’daki bazı bataklıklar ağaç dikim alanı oluşturmak için kurutuldu. Toprağın kurutulması ağaç fidanlarının oluşmasına izin verirken, aynı zamanda turbanın ayrışma hızının artmasına da neden oldu. Çevrebilimci Nina Friggens ve Exeter Üniversitesi’ndeki çalışma arkadaşları, kuruyan turbanın ayrışma işleminin dikilen ağaçların emebileceğinden daha fazla karbon saldığını tahmin ediyor. Açıkça görülüyor ki turbalıklar kendi hallerine bırakıldıklarında bulundukları iklimi daha iyi koruyabiliyor.

Aynı durum otlak ve savanlar için de geçerli: Bu bitki örtülerinde yangınlar doğal düzenin bir parçası ve iklime uygun olmadığı halde dikilen ağaçlar genellikle ilk yangında yok oluyor. Doğal bitki örtüsü kış boyunca karla kaplı olduğu için ışığın ve ısının geri yansıtıldığı kutup tundraları da bir başka örnek. Bu bitki örtüsüne uzun, koyu yapraklı ağaçlar dikmek ısı enerjisinin emilimini artırarak yerel sıcaklığı yükseltebilir.

Ormanlık alanlarda ağaç dikmek bile ekolojik olarak olumsuz sonuçlara yol açabilir. Hem karbon tutma hem de biyolojik çeşitlilik açısından baktığımızda, her ormanın eşit kapasiteye sahip olmadığını görmek mümkün – doğal yollarla oluşmuş ormanlar, insan eliyle dikilmiş ormanlarından daha fazla bitki ve hayvan türü içerir. Aynı zamanda genellikle daha fazla karbon tutarlar. Ancak ağaç dikmeyi teşvik etmek için oluşturulan politikalar, sağlıklı büyüyen doğal alanların ormansızlaşmasını istemeden de olsa hızlandırabilir.

Yakın geçmişten dikkat çeken bir örnek, Meksika hükümetinin toprak sahiplerine ağaç dikmeleri için ödeme sağlayan Sembrando Vida programından. Peki buradaki sorun ne? Birçok kırsal arazi sahibi, fidan dikip karşılığında maddi destek almak için yaşlı ormanları tahrip etti. Bu karar ekonomik açıdan oldukça mantıklı olsa da, on binlerce hektarlık olgun ormanın kaybedilmesine neden oldu.

El Salvador Devlet Başkanı Nayib Bukele ve Meksika Dışişleri Bakanı Marcelo Ebrard, 2019’da  ‘Sembrando Vida’ projesi kapsamında ağaç dikerken. REUTERS/Jose Cabezas

Bu örnek, ağaçların sadece karbon depolama makineleri olarak görülmesinin nasıl riskler doğurduğunu kanıtlıyor. Pek çok iyi niyetli kuruluş, en hızlı büyüyen ağaçların fidanlarını dikmeye çalışır, çünkü teorik olarak bu atmosferden daha yüksek oranda karbondioksit “çekilmesi” anlamına geldiği düşünülebilir.

İklim açısından baktığımızda ise önemli olan ağacın ne kadar hızlı büyüdüğü değil, olgunlaştıktan sonra ne kadar karbon depolayabildiği ve bu karbonun ekosistemde toplam kalma süresidir. Bir ormanın yaşı ilerledikçe, çevrebilimcilerin “kararlı hal” adını verdiği bir noktaya ulaşır. Buradan sonra her yıl ağaçlar tarafından emilen karbon miktarı, ağaçların ve ayrıştırıcı organizmaların solunumuyla salınan karbondioksit miktarına eşitlenmiş olur.

Bu olay, yaşlı ormanların büyüme hızları düştüğü ve ekstra karbondioksit depolama kapasiteleri kalmadığı için iklim krizinin etkilerini azaltmakta faydalı olmadıkları gibi yanlış bir algıya yol açmıştır. Bu durum için üretilen “çözüm” ise, var olan ormanları korumak yerine yeni fidanlar dikilmesine öncelik vermek olmuştur. Bu eylem, bir musluğu sonuna kadar açabilmek için dolu küveti boşaltmaya benziyor: Su musluktan eskisine göre daha hızlı akıyor, ancak küvetin alabileceği su miktarı yine aynı. Olgun ormanları içi karbon dolu küvetlere benzetebiliriz. Toprakta depolanabilecek sınırlı karbon miktarı yakalamak konusunda önemli bir görev üstleniyorlar ve onların huzurunu bozmak iyi sonuçlar doğurmayacaktır.

Peki hızlı büyüyen, birkaç on yılda bir kesilen ormanlar ve bu ormanlardan elde edilen ahşabın iklim kriziyle mücadele amaçlı kullanıldığı durumlar için ne söyleyebiliriz? Bu ormanlardan elde edilen ahşap uzun ömürlü olacak şekilde kullanıldığında (evler ve diğer binalar gibi) iyi bir karbon depolama yöntemi olmasına rağmen, endüstride bu uygulamalara çok nadiren rastlanır.

Benzer şekilde, fosil yakıt tüketimini azaltmak için biyoyakıt olarak odun yakmak iklimi olumlu etkileyebilir. Fakat ormanların biyoyakıt olarak kullanılmasının biyolojik çeşitliliği korumaya çok az katkısı var ve bazı araştırmalar da biyoyakıtın iklim için olumlu sonuçları olup olmadığını sorguluyor.

Bütün bir ormanı gübrelemek

Kara ekosistemlerinde karbon depolama kapasiteleriyle ilişkin bilimsel tahminler, bu ekosistemlerin önümüzdeki yıllarda karşılaşacakları zorluklara nasıl tepki vereceğine bağlı. Dünyadaki tüm ormanlar – en bozulmamış olanlar bile – ısınmaya, yağış oranlarında değişikliklere, giderek daha şiddetli gerçekleşen orman yangınlarına ve atmosferde sürüklenen kirleticilere karşı savunmasız kalıyor.

Fakat bu kirleticilerden bazıları bitkiler için temel besin maddelerinden biri olan azotu yüksek miktarlarda içerdiği için, dünya üzerindeki ormanların gelişimine katkı sağlama potansiyeline de sahipler. İnsanlar büyük miktarlarda tarım kimyasalları ve fosil yakıtlar yakarak bitkilerin tüketimine uygun “reaktif azot” miktarını da artırmış oldular. Bu azotun bir kısmı yağmur sularında çözülerek orman tabanına ulaşıyor ve bazı bölgelerde ağaçların gelişimini tetikleyebiliyor.

Doktorasını yeni tamamlamış genç bir araştırmacı olarak, üzerinde daha önce çok çalışılmamış ve mevsimine göre kurak bir tropik orman olarak bilinen bir ekosistemin böyle bir değişime tepki verip vermeyeceğini merak ettim. Bunu öğrenmenin tek yolu vardı: Bütün ormanı gübrelemem gerekiyordu.

Post-doc danışmanım çevrebilimci Jennifer Powers ve uzman bitkibilimci Daniel Pérez Avilez ile birlikte çalışarak, ormanın yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğünde bir alanını belirledim ve rastgele şekilde farklı gübre uygulamaları için seçtiğim 16 parsele böldüm. Üç yıl boyunca (2015-2017) bu parseller, Dünya üzerinde en yoğun çalışılan ormanlık alanlar arasında yer aldı. Her bir ağacın büyüme hızını dendrometre adı verilen özel el yapımı aletlerle ölçtük.

Büyüme hızını ölçmek için ağaç gövdelerine sarılmış dendrometre cihazları. Yazarın arşivinden

Ağaçlardan düşen ölü yaprakları sepetlerle topladık ve köklerin büyüme hızını takip etmek için orman zeminine yerleştirdiğimiz file torbaları özenle topraktan arındırdıktan sonra tarttık. Bu deneyin bizi en çok zorlayan kısmı, yılda üç kez gerçekleştirilen gübre uygulama aşaması oldu. Cildimizi yakıcı kimyasallardan korumak için yağmurluk ve gözlük takarak, ter içinde kalmış bir halde püskürtücüleri sırtımıza yükleyerek kimyasalların orman zeminine eşit bir şekilde dağılmasını sağladık.

Yine de kullandığımız ekipmanlar, yuvaları genellikle sarkan dallarda gizlenmiş olan kızgın eşek arılarına karşı herhangi bir koruma sağlamadı. Ancak çabalarımız buna değerdi: Üç yılın sonunda, her parselde üretilen yaprak, ağaç ve kök miktarını doğru olarak hesaplayabildik ve çalışma süresi boyunca ne kadar karbon depolandığını değerlendirebilmiş olduk. Bulgularımız ormandaki ağaçların çoğunun gübrelerden faydalanmadığını gösteriyordu – büyüme hızı, daha çok yıllık yağış miktarına bağlıydı.

Ölü yaprakları toplamak için kullanılan sepetlerden biri. Yazarın arşivinden

Bu bulgu bize aynı zamanda kuraklık artmaya devam ettiği sürece azot kirliliğinin bu ormanlarda ağaçların büyümesini olumlu etkilemeyeceğini de gösteriyor. Diğer orman türleriyle de (daha nemli/daha kuru, daha genç/daha yaşlı, daha sıcak/daha soğuk) benzer tahminler yürütmek için, benzer deneyler on yıllar boyunca uygulanarak literatüre eklenmelidir. Ancak araştırmacılar zamana karşı bir yarış içinde. Bu tür deneyler yavaş, zahmetli ve bazen yıpratıcı işler ve insanlar gezegenin çehresini bilim insanlarının tepki veremeyeceği kadar hızlı değiştiriyor.

İnsanların sağlıklı ormanlara ihtiyacı var

Doğal ekosistemleri desteklemek, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için ihtiyaç duyacağımız stratejilerde önemli bir araçtır. Ancak karalardaki ekosistemler, fosil yakıtların yakılmasıyla açığa çıkan karbon miktarını depolamak için asla yeterli olmayacak. Fidan dikimi girişimleriyle sahte bir güvenlik algısına kapılmak yerine, asıl kaynağında emisyonların önüne geçmemiz ve atmosferde hâlihazırda birikmiş olan karbonu ortadan kaldırmak için yeni stratejiler aramamız gerekiyor.

Peki bu ormanları korumak ve genişletmek adına mevcut kampanyaların işlevsiz olduğu anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Doğal yaşam alanlarının, özellikle de ormanların korunması ve genişletilmesi gezegenimizin sağlığını sağlamak adına hayati önem taşıyor. Ilıman ve tropik bölgelerdeki ormanlar, karadaki her on canlı türünden sekizine ev sahipliği yapmakta, ancak bir yandan da giderek artan bir tehdit altındalar. Gezegenimizin yaşanabilir topraklarının neredeyse yarısı tarıma ayrılmış durumda ve ekili alanlar ya da meraların oluşturulması için ormanların tahrip edilmesi tüm hızıyla sürüyor.

Öte yandan iklim değişikliğinin atmosferde neden olduğu karmaşa orman yangınlarının daha şiddetli yaşanmasına, kuraklıkların artmasına ve gezegenin sistematik olarak ısınmasına sebep oluyor; tüm bunlar ormanlar ve barındırdıkları vahşi yaşam için giderek büyüyen bir tehdit oluşturmakta. Peki bu insanlar için ne anlama geliyor? Araştırmacılar, biyoçeşitlilik ile “ekosistem hizmetleri” olarak adlandırılan doğal yaşamın insanlığa sunduğu faydalar arasında güçlü bağlantılar olduğunu her yeni çalışmada tekrar tekrar kanıtlıyor.

Karbon depolama, sayısız ekosistem hizmetlerinden sadece biri. Biyolojik çeşitliliğe sahip ekosistemler, yeni ilaçların üretilmesine ilham veren birçok aktif bileşeni bünyesinde barındırıyor. Ayrıca canlılar için hem doğrudan (ana protein kaynağı balık olan milyonlarca insan) hem de dolaylı yollarla (tükettiğimiz mahsullerin büyük bir kısmının vahşi hayvanlar tarafından tozlaştırılması) gıda güvencesi sağlıyorlar.

Doğal ekosistemler ve bu ekosistemlerde yaşayan milyonlarca canlı türü, insanlık için devrim yaratan teknolojik gelişmelere ilham vermeye bugün de devam ediyor. Buna örnek olarak, kriminal laboratuvarlarının suçluları yakalamasına ve sağlık merkezinizin COVID testi uygulamasına olanak tanıyan polimeraz zincir reaksiyonunu (“PCR”) gösterebiliriz. PCR testlerini mümkün kılan tek şey, doğal yaşam ortamı sıcak su kaynakları olan bir bakteriden elde edilen özel bir protein.

Bir çevrebilimci olarak, iklim krizinin etkilerin azaltılmasında ormanların rolünün basite indirgenmesinin istemeden de olsa ormanların azalmasına yol açacağından endişeleniyorum. Pek çok fidan dikme girişimleri, dikilen fidanların sayısına veya büyüme hızlarına odaklanır – her iki faktör de ormanın nihai karbon depolama kapasiteleri açısından zayıf göstergelerdir ve hatta biyolojik çeşitliliğin daha da zayıf bir ölçütüdür. Daha da önemlisi, doğal ekosistemleri “iklim krizinde kurtarıcı” olarak görmek, ormanların sürekli artan insan kaynaklı karbondioksit emisyonlarını temizlemek için sonsuz emiş gücü olan bir paspas görevi üstlenebileceği konusunda yanlış bir izlenim oluşturur.

Yine de, orman alanlarının genişlemesine kendilerini adamış birçok büyük kuruluş, ekosistemlerin sağlığını ve biyoçeşitliliği korumayı başarı ölçütü olarak benimsemiş durumda. Yaklaşık 1 yıl önce Meksika’daki Yucatán Yarımadası‘nda, dünyanın en büyük ağaç dikme organizasyonlarından biri olan Plant-for-the-Planet tarafından yürütülen büyük boyutlu bir ağaçlandırma deneyini yakından görme şansım oldu. Büyük ölçekli ekosistemlerin iyileştirilmesinde sürecindeki zorlukları belirledikten sonra, Planet-for-the-Planet hareketi bir ormanın gelişim sürecinin başlangıcında farklı müdahalelerin ağaçların hayatta kalmasına nasıl olumlu etki sağlayacağını anlamak için bir dizi deney başlatmıştı.

Fakat hepsi bununla sınırlı değil. Bilim Kurulu Başkanı Leland Werden liderliğinde araştırmacılar, bu uygulamaların orman geliştikten sonra tohumların çimlenmesi ve büyümeleri için ideal ortamı sağlayarak doğal biyolojik çeşitliliğin geri kazanılmasına nasıl fayda sağlayabileceğini de inceleyecek. Bu deneyler ayrıca arazi sahiplerinin ne zaman ve nerede fidan dikimi yapıldığında ekosisteme fayda sağlayacağına ve ormanların yenilenmesinin doğal olarak nerelerde gerçekleşebileceğine karar vermelerine yardımcı olacaktır.

Ormanları sadece karbon depolama alanları olmadığını ve aynı zamanda biyolojik çeşitlilik için güvenli alanlar olduklarını kabul etmek, ormanlarla ilgili karar vericileri zora sokabilir ve politika değişikleri gerektirebilir. Bu olası zorlukların tamamen farkındayım. Yetişkin hayatımın tamamını karbon döngüsü üzerine çalışarak ve düşünerek geçirdim ve ben de bazen ormanların içindeki yaşam alanlarını fark edemiyorum. Birkaç yıl önce, bir sabah Kosta Rika’nın yağmur ormanlarında topraktaki CO₂ emisyonlarını ölçüyordum – bu nispeten uzun süren ve yalnız bir süreç.

Ölçümlerin bitmesini beklerken, yakındaki bir ağacın gövdesine sıçrayan bir tür zehirli ok kurbağası gördüm (Oophaga pumilio) – küçük, mücevher gibi parlayan, baş parmağım büyüklüğünde bir canlıydı. Nereye gittiğini merak ederek, içinde birkaç iribaşın yüzdüğü küçük su birikintisine doğru ilerleyişini izledim. Kurbağa bu minyatür akvaryuma ulaştığında minik iribaşlar (muhtemelen yavruları) heyecanla titreşirken, anneleri onlara yemeleri için döllenmemiş yumurtalar bıraktı. Daha sonra öğrendim ki bu tür kurbağalar (Oophaga pumilio) yavrularına çok özen gösteriyor ve anne kurbağa bu uzun yolculuğu iribaşlar kurbağaya dönüşene kadar her gün tekrarlıyor.

Kosta Rika’da bir dala tünemiş kırmızı zehirli ok kurbağası. All Canada Photos / Alamy Stock Photo

Laboratuara geri dönmek üzere ekipmanlarımı toplarken, bir an etrafımda böyle binlerce küçük dramanın yaşandığının ayırdına vardım. Ormanlar, bir karbon depolama alanından çok daha fazlası. Her bir orman milyonlarca canlı türünün kaderini birbirine bağlayan, algılayamayacağımız kadar karmaşık yeşil ağlar. Dramatik bir küresel değişimin getirdiği bir gelecekte hayatta kalmak ve gelişmek için, bu karmaşık ağa ve insanlık olarak bu düzendeki yerimize saygı duymamız gerekecek.

İbrahim

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER